TEVBE 107 |
وَالَّذِينَ
اتَّخَذُواْ
مَسْجِداً
ضِرَاراً
وَكُفْراً
وَتَفْرِيقاً
بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ
وَإِرْصَاداً
لِّمَنْ حَارَبَ
اللّهَ
وَرَسُولَهُ
مِن قَبْلُ وَلَيَحْلِفَنَّ
إِنْ
أَرَدْنَا
إِلاَّ الْحُسْنَى
وَاللّهُ
يَشْهَدُ
إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ |
107. (Münafıklar
arasında) zarar vermek, inkar etmek, mü'minler arasına ayrılık sokmak için ve
-daha evvel Allah'a ve Resulüne savaş açan kimselere- beklemek ve gözetlemek
yeri olmak üzere bir mescid edinenler ve: "İyilikten başka birşey
kastetmedik" diye yemin edenler (vardır). Halbuki Allah, onların muhakkak
yalancı olduklarına şahidlik eder.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız
1- Dirar Mescidi ve Ayetin Nüzul
Sebebi:
2- Zarar Kastı:
3- Zararları Dokunan Mescidlerin Hükmü:
4- Zalime imamlık Yapanın Arkasında
Namaz Kılmak:
5- Başkalarına Zararlı Olan
Tasarrufların Hükmü:
6- Bu Kabilden Bir Mesele:
7- Dırar Mescidi Sahiplerinin inkarı:
8- Mü'minler Arasına Ayrılık Sokmak:
9- Aynı Mescidde İki Ayrı İmamla Cemaat
Yapmak:
10- Allah'a ve Resulüne Karşı Savaş
Açanlara Yardımcı Olanlar:
1- Dirar Mescidi ve
Ayetin Nüzul Sebebi:
Yüce Allah'ın: "Bir
mescid edinenler" buyruğu, önceki buyruğa atfedilmiştir. Yani, onlardan bir
mescid edinenler vardır, takdirindedir. Böylelikle cümle, cümleye atfedilmiş
olmaktadır. Mübteda olarak merfu' kabul edilmesi de mümkündür. Haberi de
hazfedilmiştir. Haber, "şüphesiz ki onlar azab edileceklerdir" ve
benzeri bir ifade ile takdir olunabilir.
"Vav"sız
olarak; " ... ler" şeklinde okuyanlara gelince; -ki, Medinelilerin
okuyuşudur- bunlara göre buyruk mübteda olarak merfu'dur. Haberi ise (bir
sonraki ayette gelen) "Durma"anlamındaki buyruktur. İfadenin takdiri
şöyle olur: Bir mescid edinenlerin o mescidinde ebediyyen (namaza) durma. Yani,
onların mescidlerinde namaz kılma. Bu açıklamayı elKisai yapmıştır. en-Nehhas
ise şöyle demiştir: O takdirde mübtedanın haberi: (...) kurdukları bina
kalplerinde daimi bir kuşku kaynağı olmaya devam edecektir" (et-Tevbe,
110) buyruğudur. Haberin -az önce geçtiği gibi" azab olunurlar" ve
benzeri bir ifade olabileceği de söylenmiştir.
Ayet-i kerime, rivayet
edildiğine göre, Ebu Amir er-Rahib hakkında inmiştir. Çünkü sözü geçen bu kişi,
Bizans Kayser'inin yanına gitmiş, orada hristiyanlığı kabul etmiş, Kayser de,
kendilerine pek yakında yanlarına geleceğine dair söz vermişti. Bunun üzerine
onlar da orada Kayser'in gelişini gözetleyip beklemek üzere Mescid-i Dırar'ı
inşa ettiler. Bu açıklamaları İbn Abbas, Mücahid, Katade ve başkaları
yapmıştır. Daha önce el-A'raf Süresi'nde (175. ayetin tefsirinde) onun kıssası
geçmiş bulunmaktadır.
Tefsir alimleri derler
ki: Amr b. Avfoğulları Kuba Mescidini inşa ettiler ve Hz. Peygamberden
yanlarına gelmesi ricasında bulundular. O da onlara gelip Kuba'da namaz kıldı.
Kardeşleri Gunm b. Avfoğulları onları kıskanarak:
Biz de bir mescid
yapacağız ve Peygamber (s.a.v.)'e haber gönderip, kardeşlerimizin mescidinde
namaz kıldığı gibi bizim de mescidimizde namaz kılmak üzere gelmesini rica
edeceğiz. Daha sonra da Ebu Amir, Şam'dan geldiği takdirde bu mescidde namaz
kıldım diyerek Peygamber (s.a.v.)'e gittiler. O sırada Hz. Peygamber Tebük'e
çıkmak üzere hazırlık yapıyordu. Hz. Peygamber'e, Ey Allah'ın Rasülü! dediler.
Biz, ihtiyacı olan hastalar ve yağmurlu geceler için bir mescid inşa ettik.
Bizim için gelip orada namaz kılmanı ve mübarek olması için dua etmeni
arzuluyoruz. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şimdi ben
yola çıkmak üzereyim ve meşgul bir haldeyim. Dönecek olursak, size gelir ve
sizin için orada namaz kılarız.''
Peygamber (s.a.v.)
Tebuk'ten döndüğünde yanına geldiler. Kendileri de mescidi bitirmiş
bulunuyorlardı. Orada Cuma, Cumartesi ve Pazar günü de namaz kılmışlardı. Hz.
Peygamber yanlarına gitmek maksadıyla giymek üzere gömleğinin getirilmesini
istedi. Bu sefer Mescid-i Dirar'ın durumunu bildiren Kur'ani buyruklar nazil
oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Malik b. ed-Duhşum, Ma'n b. Adiy, Amir b.
es-Seken ile Hz. Hamza'yı öldürmüş olan Vahşi'yi çağırarak şöyle dedi:
"Halkı zalim olan şu mescide gidin; onu yıkın ve yakın." Onlar da
hemen yola koyuldular. Malik b. ed-Duhşum evinden bir miktar alevli ateş aldı.
Hep birlikte gidip mescidi yaktılar, yıktılar. Bu mescidi inşa edenler oniki
kişi idiler: Amr b. Avfoğullarından birisi olan Ubeyd b. Zeydoğullarından Hizam
b. Halid -ki, Dırar Mescidi onun evine ait arsada yapılmıştı-, Muattib b.
Kuşeyr, Ebu Hubeybe b. el-Ez'ar, Amr b. Avfoğullarından Sehl b. Huneyf'in
kardeşi Abbad b. Huneyf, Cariye b. Amir, onun iki oğlu Mucemmi' ve Zeyd, Nebtel
b. el-Haris, Bahzec, Bedd b. Osman ve Vedia b. Sabit. Salebe b. Hatıb da
aralarında zikrolunmaktadır.
Ancak, Ebu Ömer b.
Abdi'l-Berr der ki: Bu tartışılır. Çünkü bu kişi Bedir'de hazır bulunmuş bir
kimsedir. İkrime der ki: Ömer b. el-Hattab, bunlardan birisine: Sen bu mescidin
yapımında nasıl bir yardımda bulundun diye sormuş, o da: O mescidin yapımında
benim de bir direkle yardımım oldu, diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hz. Ömer
kendisine: Sana ben de onu müjdeliyorum ki o, boynunda cehennem ateşinden bir
direk olacaktır.
2- Zarar Kastı:
Yüce Allah'ın:
"Zarar vermek ... için" buyruğu mastar olup mef'ulün leh'tir.
"İnkar etmek, mü'minler arasına ayrılık sokmak için ve beklemek ve
gözetlemek yeri olmak üzere" anlamındaki buyruklar da hep ona
atfedilmiştir.
Te'vil alimleri derler
ki: Maksat, mescidle zarar vermektir. Yoksa mescidin kendisinin zararı olmaz.
Zarar, o mescidin sahipleri tarafından sözkonusu olur.
Darakutni, Ebu Said
el-Hudri"den şöyle dediğini rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Zarar da yoktur, zarara zararla karşılık vermek de yoktur. Kim zarar
vermek isterse, Allah onunla (o kimseye) zarar verir. Her kim de zorluk
çıkartırsa, Allah da ona zorluk çıkartır."(Darakutni, III, 77, IV,
227-228)
Kimi ilim adamı şöyle
demiştir: Zarar: Senin için faydalı olup, komşuna zararlı olan şeydir. Zarara
karşılık vermek (zirar) ise, senin için faydalı olmamakla birlikte komşuna
zararlı olan şeydir. Her ikisinin aynı anlamda olduğu da söylenmiştir. Hz. Peygamber,
te'kid olmak üzere her iki kelimeyi kullanmıştır, da denilmiştir.
3- Zararları Dokunan
Mescidlerin Hükmü:
(Mezhebimize mensup)
ilim adamlarımız derler ki: Bir mescidin yakınında bir başka mescidin yapılması
caiz değildir. ilk mescidin cemaatinin o mescidi terkedip ilk yapılanın boş
kalmaması için ikinci yapılan mescidin yıkılması ve yapılmasının engellenmesi
gerekir. Ancak, mahalle büyük olup mahalle halkına tek bir mescid yeterli
gelmiyor ise, o takdirde bir mescid daha yapılabilir. Aynı şekilde şöyle de
derler: Tek bir şehirde iki, üç ... caminin de yapılmaması gerekir. ikincisinin
engellenmesi icabeder. Bu ikinci camide cuma namazı kılanın cuması olmaz. Zaten
Peygamber (s.a.v.) Dırar Mescidini yakmış ve yıkmıştır.
Taberi, senedini
kaydederek, Şakik'den şunu nakleder: O, Gadıraoğulları mescidinde namaz kılmak
üzere gelmiş, namazın kılınmış olduğunu görünce ona, filan oğullarına ait
mescidde henüz namaz kılınmadı denilince, hayır ben o mescidde namaz kılmak
istemiyorum. Çünkü o mescid zarar vermek esası üzere bina edilmiştir diye cevap
vermiştir.
ilim adamlarımız der ki:
Zarar vermek, yahut riyakarlık ve desinler diye yapılan herbir mescid Dırar
Mescidi hükmünde olup onda namaz kılmak caiz değildir. en-Nekkaş der ki: Buna göre,
kilise ve benzeri bir yerde namaz kılmamak gerekir. Çünkü, kilise baştan beri
kötü bir maksatla bina edilmiştir.
Derim ki: Böyle bir
hükme varmak gerekmez. Çünkü, kilisenin yapılmasından kasıt başkasına zarar
vermek değildir. Her ne kadar asıl itibariyle kötü bir maksat ile yapılmış ise
de, hristiyanların kilise yapmaları, yahudilerin havra yapmaları, kendi
kanaatlerince -bizim mescidimiz gibi- ibadet edecekleri bir yerleri olsun
diyedir. O bakımdan, bu iki maksat arasında fark vardır. İlim adamları da bir
kilise ya da bir havrada temiz bir yer üzerinde namaz kılan bir kimsenin
kıldığı bu namazının geçerli ve caiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir.
Buhari'nin bildirdiğine göre, İbn Abbas içinde heykel bulunmaması şartıyla
havrada namaz kılardı. Ebü Davüd da, Osman b. Ebi'l-As'dan, Peygamber
(s.a.v.)'ın kendisine, Taif Mescidini putlarının bulunduğu yere bina etmesini
emrettiğini nakletmektedir.
4- Zalime imamlık
Yapanın Arkasında Namaz Kılmak:
İlim adamları derler ki:
Zalimin imamlığını yapan kimsenin arkasında namaz kılınmaz. Ancak, mazeretinin
açıkça ortaya çıkması yahut tevbe etme hali müstesnadır. Çünkü, Kuba mescidini
inşa edenler olan Amr b. Avfoğulları, Ömer b. el-Hattab'dan halifeliği
döneminde Mücemmi' b. Cariye'nin, kendi mescidlerinde kendilerine namaz
kıldırmak üzere izin vermesini istediler. Hz. Ömer: Hayır, böyle bir şeyin en
ufak bir faydası da olmaz. O, Mescid-i Dırar'ın imamı değil miydi? Mücemmi',
şöyle dedi: Ey mü'minlerin emiri hakkımda hüküm vermekte acele etme. Allah'a
yemin ederim ben onların içinde neler gizlediklerini bilmeksizin o mescidde
namaz kıldım. Eğer ne gizlediklerini bilseydim, o mescidde onlara namaz
kıldırmazdım. Ben, Kur'an okuyabilen genç bir delikanlı idim. Onlar ise,
cahiliyeleri üzere yaşamış yaşlı başlı insanlardı. Kur'an-ı Kerimden hiçbir şey
okuyamıyorlardı.
O sebepten ben namaz
kıldırdım, ancak yaptığımın günah olduğunu da zannetmiyorum. Zaten onların
içlerinde ne olduğunu da bilmiyordum. Ömer (r.a), onun mazeretini kabul edip
söylediğinin doğruluğuna kanaat getirdi ve Kuba mescidinde namaz kıldırmasını
emretti.
5- Başkalarına Zararlı
Olan Tasarrufların Hükmü:
İlim adamlarımız
-Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki: İbadet için yapılan ve şeriatin
yapımına teşvik ederek hakkında: "Bir kekliğin kalabileceği bir yer kadar
dahi olsa, her kim Allah için bir mescid bina edecek olursa, Allah da o kimseye
cennette bir ev yapar" dediği mescid bile başkasına zarar verecek durumda
ise, yıkılıp ortadan kaldırıldığına göre, ya onun dışındaki şeyler hakkındaki
kanaat ne olabilir!
Böylelerinin ise,
öncekine zarar verilmemesi için ortadan kaldırılması, yıkılması, öncelikle daha
bir uygundur. Mesela, bir kimse başkasına zarar verecek türden bir fırın, yahut
bir değirmen inşa edecek, yahut bir kuyu veya başka bir şey kazacak olursa, bu
durumdadır. Bu konudaki çeşitli meselelerin ölçüsü, temel kaidesi şudur:
Kardeşine zarar gelmesine sebep teşkil eden kişi, (o tasarrufundan)
engellenilir. Eğer, malında hak sahibi olduğu bir tasarrufu sebebiyle kardeşine
zarar verip böylelikle komşusuna, yahut komşusundan başkasına zarar verirse,
yaptığı o işe bakılır. Eğer o işin terkedilmesinin zararı işi yapana verdiği
zarardan daha büyük ise, bu sefer iki zarardan daha büyük olan ve asli
kaynaklarda haramlığı daha büyük olan zarar ortadan kaldırılır.
Mesela, bir kimse evinde
kardeşinin evini görmesini sağlayacak bir pencere açacak olursa, o kardeşinin
evinde de aile ve hanımlar da bulunuyorsa, -kadınlar da evlerinde kimi
elbiselerini üzerlerinden atıp ihtiyaçlarını görmek için bazı yerlerini
açtıklarına göre ve bilindiği gibi avretlere muttali olmak haram olup bu konuda
nehiy varid olduğundan ötürü- avretlere muttali olmanın haramlığı sebebiyle,
ilim adamları bu şekilde kendi evinden açmış olduğu ve kendisi için fayda ve rahatlık
bulunan, kapatılması aleyhine zarar ihtiva eden o kapı ve pencereyi, kapatması
gerektiği görüşündedirler. Çünkü onlar, bununla iki zarardan daha büyük olanı
ortadan kaldırmak maksadındadırlar. Zira, bu iki zarardan birisini ortadan
kaldırmak mutlaka gereklidir.
İşte bu gibi konularda
hüküm -Şafii'ye ve onun görüşünü kabul edenlerin aksine- bu şekildedir. Şafii
mezhebine mensup ilim adamları derler ki: Bir kimse kendi mülkünde bir kuyu
açsa, bir diğeri de kendi mülkünde, birinci kuyunun suyunu kendisine doğru
çekecek bir başka kuyu kazacak olursa, ikinci kuyu da caizdir. Çünkü bunların
her birisi kendi mülkünde kuyu kazmıştır ve bundan dolayı engellenilmez. Yine,
onlara göre şu durum da bunun bir benzeridir: Bir kimse, komşusunun kuyusunun
yakınında kuyusunun suyunu bozacak şekilde tuvalet açacak olursa, kuyu sahibi
ona engel olamaz. Çünkü, tuvalet açan da kendi mülkünde tasarruf ta
bulunmuştur. Oysa, Kur'an ve Sünnet bu görüşü reddetmektedir. Başarı
Allah'tandır.
Yine bu kabilden ilim
adamlarının yasakladığı bir başka zarar türü daha vardır. Fırın ve hamam
dumanları, savrulan harman tozu, düzlüklerde yayılmış çöplerden oluşan kurtlar
ve buna benzer şeylerin açıkça zararı görülen ve devam etmesinden korkulanların
zararları kesilir.
Elbiselerin tozunun
silkelenmesi, hasırların kapıların önünde silkelenmesi gibi kısa bir süre devam
edecek şeylere gelince; bu gibi şeylerden insanların müstağni kalmalarına imkan
yoktur. Ve ayrıca bundan dolayı herhangi bir şeye de hak kazanılmış olmaz. Bu
gibi hususlarda zararı önlemeye kalkışmak, kısa bir süre buna sabretmekten,
daha büyük ve daha fazla bir zarar gerektirir. Diğer taraftan, sünnetteki edebe
göre kişi, komşusuna eziyet etmemekle, ona iyilikte bulunmakla yükümlü olduğu
gibi, gücü yettiğince eziyetine de katlanıp sabretmesi gerekir.
6- Bu Kabilden Bir
Mesele:
Bu türden meselelerin
kapsamına girenlerden birisi de İsmail b. Ebi Uveys'in, Malik'ten naklen
zikrettiği şu husustur: Malik'e, cin çarpmasına uğramış bir kadın hakkında soru
sorulmuş. Bu kadına kocası yaklaşıp cünup oldu mu, yahut da kocası ona
yaklaşacak olursa, bu cin çarpmasının etkisi daha çok artarmış. Malik şöyle
demiş: Kocasının, bu kadına yaklaşabileceği görüşünde değilim. Ayrıca, hakimin
kadın ile kocası arasına girmesini (kocasının ona yaklaşmamasını sağlaması)
gerektiği görüşündeyim.
7- Dırar Mescidi
Sahiplerinin inkarı:
Dırar mescidini
yapanların, ne Kuba mescidinin, ne de Peygamber (s.a.v.)'ın mescidinin
hürmetine (saygınlığına) itikadları bulunmadığından ve bu saygınlığa olan inancı
inkar etmiş olduklarından dolayı Yüce Allah: "İnkar etmek ... " diye
buyurmuştur. Bu açıklamayı İbnü'l-Arabi yapmıştır. Bir diğer görüş de şöyledir:
"İnkar etmek" den kasıt, Peygamber (s.a.v.)'i ve onun getirdiklerini
inkar etmektir. Bu açıklamayı da el-Kuşeyri ve başkaları yapmıştır.
8- Mü'minler Arasına
Ayrılık Sokmak:
Yüce Allah'ın:
"Mü'minler arasına ayrılık sokmak için ... " Yani onlar, bu yolla
mü'minlerin birliğini dağıtmak, parçalamak istiyorlardı. Böylelikle, bazı
kimselerin Peygamber (s.a.v.) ile birlikte cihada çıkmamalarını sağlamak
istemişlerdi. İşte bu durum, cemaatin öngörülmesinin en büyük maksadı ve en
belirgin gayesinin kalpleri birbirine kaynaştırıp ısındırmak ve itaat üzere
sözbirliğini sağlayıp, dinin gerektirdiği uygulamaları yerine getirmek
suretiyle, insanlar arasındaki hakların ve saygınlıkların korunmasını
gerçekleştirmek olduğunu göstermektedir. Ta ki, insanlar birbirleriyle içli
dışlı olmak suretiyle birbiriyle kaynaşsınlar ve kalpler kinlerin
pisliklerinden arınmış olsunlar.
9- Aynı Mescidde İki
Ayrı İmamla Cemaat Yapmak:
Malik, -Allah'ın rahmeti
üzerine olsun- bu ayet-i kerimeden çok ince anlayış ile bir meselenin farkına
vararak, -diğer ilim adamlarından farklı bir şekilde- şöyle demiştir: Bir
mescidde iki ayrı imamla iki ayrı cemaat, namaz kılamazlar. Şafii'den de bunun
olamayacağına dair bir görüş rivayet edilmiştir. Çünkü böyle bir uygulama,
sözbirliğini dağıtır ve birlik hikmetini ortadan kaldırıp şöyle söylemeye kadar
bizi götürür: Herhangi bir kimse cemaatten ayrılıp tek başına kalmak istiyor
ise, bu mazurdur. O da tek başına cemaatini teşkil eder ve kendisini imam
olarak öne geçirir. Bunun sonucunda ise ayrılıklar ortaya çıkar ve düzenlilik
hali ortadan kalkar. İşte bu görüşü benimsemeyenler, bu inceliği farkedememişlerdir.
İbnü'l-Arabı der ki: İşte Malik'in diğer ilim adamlarına karşı durumu hep bu
idi. Hikmeti bilmekte, onun ayağı daha bir sağlam basardı. Şeriatin kat'i
noktalarını tesbit etmekte daha ileri derecede bilgi sahibi idi.
10- Allah'a ve Resulüne
Karşı Savaş Açanlara Yardımcı Olanlar:
Yüce Allah'ın:
"Daha evvel Allah'a ve Resulüne savaş açan kimselere, beklemek ve
gözetlemek yeri olmak üzere ... " buyruğunda kastedilen kişi Rahip Ebü
Amir'dir. Ona Rahip adının veriliş sebebi, kendisini ibadete vermiş olması ve
ilim araştıran bir kimse olmasından dolayıydı. Peygamber (s.a.v.)'in bu
konudaki duası sebebiyle, Kennesrın denilen yerde kafir olarak ölmüştü. Çünkü
o, peygamber (s.a.v.)'e şöyle demişti: Seninle çarpışan ne kadar kavim
görürsem, mutlaka ben de onlarla birlikte sana karşı savaşacağım. Hz.
Peygamberle bu şekilde savaşmasını Huneyn gününe kadar sürdürmeye devam etti.
Hevazinliler Huneyn günü bozguna uğrayınca yardım istemek üzere Bizanslılara
gitti. Münafıklara da gönderdiği haberde şunları söyledi:
Gücünüz yettiği kadar
güç ve silah hazırlığı yapın ve bir mescid inşa edin. Ben şimdi Kayser'in
yanına gidiyorum, Bizanstan Muhammed (s.a.v.)'i Medine'den çıkarmak üzere bir
ordu ile geleceğim. Bunun üzerine onlar da Dırar Mescidini inşa etmişlerdi.
Sözü geçen Ebu Amir,
melekler tarafından (Uhud günü) yıkanılan Hanazala'nın babasıdır.
"Beklemek ve
gözetlemek (irsad)": Beklemek demektir. "Şunu rasat ettim, tabiri, o
şey ile onu bekleyip gözetlemek üzere hazırladım," anlamına gelir. Ebu
Zeyd der ki: "Onu bekleyip gözetledim" ifadesi, hayırlı işler
hakkında kullanılır. Ancak, "Onu gözetledim, ifadesi ise kötü şeyler için
kullanılır. İbnü'l-A'rabı der ki: Hayır, sadece (...) denilir ve bunun anlamı
da gözetledim, bekledim şeklindedir.
Yüce Allah'ın:
"Daha evvel .. " ifadesi ile Dirar Mescidinin inşa edilmesinden
evvelki vakti kastedilmektedir.
"Ve: İyilikten
başka birşey kastetmedik diye yemin edenler (vardır)." Yani biz, bu
mescidi inşa etmekle ancak güzel bir iş yapmak istedik. Yani bunun sebebi,
kendilerinin söyledikleri gibi hasta ve gidemeyecek kadar başka işler görme
ihtiyacı bulunan müslüman kimselere şefkatleri idi. Bu ise, fiillerin maksat ve
iradelere göre farklılık göstereceğini göstermektedir. Bundan dolayı Yüce
Allah: "Ve: İyilikten başka bir şey kastetmedik, diye yemin edenler
(vardır)" diye buyurmaktadır.
"Halbuki Allah,
onların muhakkak yalancı olduklarına şahidlik eder."
Yani O, hakkında yemin
ettikleri şey hususunda kalplerinin ne kötü şeyler gizlediklerini ve yalan
söylemekte olduklarını çok iyi bilir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN